En baştan söyleyeyim bu yazının muhatabı engelli çocuğu olan kadınlar. Kendime ve hiç tanışmadığım ama yaralarından tanıdığım yol arkadaşlarıma yazıyorum bu sefer. Biraz kişisel biraz da duygusal olabilir.
Yakın zamanda okuduğum Burçin Tetik, kitabıyla aynı adı taşıyan Annemin Kaburgası adlı öyküsünde şöyle yazmıştı: “Bir kere gerçekten yalnız kalırsanız sonra o yalnızlık bir ömür yapışır üzerinize. Annem ben kendimi bildim bileli yalnızdı”. Okuduğum an içim sıkıldı. Mesele benim ne hissettiğim değil bir gün Deniz’in benim hakkımda böyle düşünecek olması ihtimaliydi. Mantığa bürümeye çalışmayacağım, birini çok sevdiğinizde onun duygusu sizin gerçeğinizin önüne geçebiliyor. Ama bugün başka türlüsünü düşünelim beraber.
8 Mart Emekçi Kadınlar Gününe girerken sizlere kendi hayatınızın öznesi olduğunuzu hatırlatmak ve yalnız olmadığınızı söylemek istedim. Bir kez daha kendime de. Engelli bir çocuğunuz var ise o yalnızlık halinin bir bulut gibi üzerinizde gezdiğini, yukarı baktığınızda ışığı görememeyi, bazen sanki duman olup boğazınızdan geçtiğini, yakıcılığını, boğuculuğunu biliyorsunuz demektir. Zaten hane içindeki emek ve bakım emeği görünmezdir. Çünkü görevdir. Ayrıca suçlusunuzdur. Toplumdaki hemen herkes size bu hissi yıkar. Uzak akrabalar, eğitimciler, doktorlar, bindiğiniz otobüsün şoförü, alt kat komşunuz hatta kendi anne-babanız bile! “Sağlıklı” çocuk doğuramamış ya da büyütememişsinizdir. Onunla yeterince ilgilenememişsinizdir. Çocuğunuz şımarık, sorunlu ya da istenmeyendir. Ve siz bu duyguların altında kendi geçmiş yüklerinizi de taşıyarak çökersiniz. Hem de defalarca.
Bir nefes alalım. Suçlu ya da hatalı değiliz. İçinde bulunduğumuz şartlarda yalnız bırakılmış ve çocuklarımız için en iyisini yapmaya çalışan kadınlarız sadece. Peki bizim ve çocuklarımız için en iyisi ne?
***
19 Haziran 2021, Cumartesi akşamüstü. Nevizade’de aslında bana sorarsanız evdeyim. Galatasaray’ın seçiminde son oylar atılıyor ve Hazan’la bira içiyoruz. Yüz yüze ilk görüşmemiz olmasının pek bir manası yok çünkü çok uzun süredir irtibattayız ve yazışmak ikimiz için de gayet konforlu. Birbirimiz hakkında bir sürü günlük detaydan haberdar değiliz ama feci halde özel konuları, travmaları, bizi hak savunma yoluna iten istismarları biliyoruz. Bir de üzerine derin yara Galatasaray aşkı eklenmiş. Beyoğlu bizim. Mekanlar ve insanlar tanıdık. Sivri, çılgın ya da edepsiz ne denirse densin o masada da sokakta da kendimiziz. Keyfimiz yerinde zira Özgür Eller’in ateşini yakmak en önemli gündemimiz.
Bir hafta sonra bu sefer İstanbul’un başka ucunda İlhan’la beraber Demokrasi Konferansı’ndayız. -Türkiye’de ilk defa olabilir- otistik bir genç kendi kimliği ve sözcükleriyle topluluk karşısında ve hatta canlı yayında hakkını savunuyor. Gözlerim dolu, en az onun kadar heyecanlı olabilirim. Bu deneyimin parçası olduğum için inanılmaz gururluyum ve de. Arada tutuyor anneliğim 😊 Öncesindeki hazırlığı kimse bilmiyor. Kolay görünüyor karşıdan ancak sizi temin ederim ki değil. İlhan isterse bir gün anlatır. O ilişki kısa bir süre sonra İlhan ve Deniz’in tanışmasıyla bambaşka bir boyuta giriyor. Noel Baba gibi geliyor İlhan yanımıza çantasında türlü stim oyuncağı ile… Gün sonu elini sımsıkı tutuyor Deniz, gitmesin istiyor. Bu sefer İlhan’ın gözleri dolu.
Şu an ben bu satırları yazabiliyorum çünkü Alaz, Deniz’le evin içinde koşmakla meşgul. İlk haberleşmemiz bir derneğe mektup yazarak başlamıştı. Pek romantik bir tarafı yoktu konunun tahmin edersiniz ki… Ağır itirazlarımızı sıralıyorduk. O gün bugün hiç durmadan konuşabiliyoruz. Çünkü tüm ekiple olduğu gibi o da benim arkadaşım. Hiç ablaları ya da büyükleri falan gibi hissetmiyorum. Kimse de bana öyle davranmıyor. Dayanışma tam burada başlıyor ve büyüyor zaten: Denklikte.
***
Çok uzun zamandır konuşmadığım bir dostuma hayatımı şöyle tarif ettim bir-iki yıl önce: “Bildiğim ve sevdiğim hayatı bir kavanoza koyup rafa kaldırdım. Çünkü hatırladığımda canım yanıyor”. Tahmin edebileceğiniz sebeplerle yurtdışında yaşayan akademisyen arkadaşım da şöyle cevapladı “Benim bildiğim ve sevdiğim hayat da bilgisayar ekranımda akıyor”. Bedel ödeyen iki kadındık. Sustuk.
Biz anneler çocuklarımızın otizm tanısı almasından sonraki yolculukta mecburen ve de çoğu zaman farkında bile olmadan kendimizden vazgeçiyoruz. Duygularımızı bastırıyor, önceliklerimizi değiştiriyoruz. Güzide memleketimizin çok zor koşullarında sosyal, ekonomik ve kültürel olarak bambaşka bir seviyede mücadele etmeye başlıyoruz. Oysa bizler kahramanın gelmeyeceğini zor yoldan öğrenmiş ve her seferinde yaşamı yeniden kararlılıkla kurmuş kadınlarız.
Bu kendinden geçme hali hüznü büyütüyor, genellikle yanına çeşitli sağlık sorunlarını ekliyor ve maalesef zorlukları da katlıyor. Çünkü kararlar korkuyla, endişeyle alınıyor. Aynı patriyarkanın bize ne yapacağımızı dikte etmesi gibi sağlamcılar yani engellilere ayrımcılık uygulayanlar da çocuklarımızla nasıl ilgilenmemiz gerektiğini bize öğretmeye kalkıyor. Aynı anda iki ayrı faşizan zihniyetin hedefi oluyoruz. Hem biz hem çocuklarımız hırpalanıyoruz.
***
Deniz o ilk twiti attığında (umarım bununla ilgili bir yazı yazacak 😊 ), muhtemelen yaratacağı kelebek etkisinden habersizdi. Kim ne derse, ona ne kadar hakaret ederse etsin bildiğini savunmaktan hiç geri durmadı. Çünkü haklıydı, sadece kendi için değil bizim çocuklarımız için de konuşuyordu. Doğruluğun getirdiği kararlılığın karşısında kimse duramaz arkadaşlar. Şimdi o kararlılık üzerine düşünme zamanı… Çünkü otistik öznenin hakkını savunmak bize şunu hatırlatmalı: Kendimizi ertelemeden, ötelemeden var olma hakkımızı savunmalıyız. Otistiklerin en yakını biziz, en büyük müttefik biziz, en ihtiyaç duyulan biziz. Ama özne değiliz. Bizim mücadelemizin hedefine sistem konmalı.
Vin, Merhaba! Spektrum’un web sitesini koca bir kaynağa çevirdi. Dayanışma şansı bulamayan, kendi kimliklerinden uzaklaşan feminizmin tüm öznelerinin kendi hikayelerinden de parçalar bulacağı onlarca yazı özgün tasarımı ile sizleri bekliyor aylardır. Hem de çocuklarınız için sayısız faydalı bilgiyle birlikte. Çünkü Vin böyledir, yapabileceği ne varsa yapar ve herkes için yapar.
***
Sizleri bu 8 Mart’ta ve gelecek 2 Nisan’da #OtizmİçinKırmızıyıSeçin demeye çağırırken beni yalnızlığımdan alan bizim 5’li çeteye de teşekkür etmek istedim. Çünkü her ihtiyaç anında ellerinden ne geliyorlarsa yaptılar. Bugün Özgür Eller Otizm İnisiyatifi sayelerinde var. O inisiyatif onların merkezde olmasıyla çok kısa zamanda büyük hayaller peşine düştü. Çünkü birbirimizi olduğumuz gibi kabul ettik, anlamaya çalıştık ve güvendik. Diyaloğu her koşulda açık tuttuk. Şimdi naçizane olarak size bir çağrıda da ben bulunuyorum. Hem kendiniz hem de çocuklarınız için Kırmızı deyin. Onların kimliğini savunurken kendinizi de hatırlamanız umuduyla…
Ve dayanışmayla,